Monday 29 April 2013

Hıdırellez yaklaşırken Hızır Efendi'ye saygılar sevgiler...

Az önce saçma sapan güldüm. Ama gerçekten çok güldüm. Hala gülmeye devam ediyorum. Eminim ki uzunca bir süre daha güleceğim.

5 Mayıs hıdırellezmiş.

Bundan birkaç sene önce hıdırellez zamanı balkona kendimce bir takım şeyler bırakmıştım, hani Hızır Efendi gelip alırmış ve dileğin kabul olurmuş filan durumu sebebiyle. Böyle kalp şeklinde küçük kutular, anahtarlar, dikkat çekmesi için kırmızı bişeyler bişeyler...Fotoğraflar da vardı balkona bıraktıklarım arasında.

Çok inanmam ben böyle şeylere, hayatımda sadece bir kez yaptım hıdırellez'sel bir uygulamayı. Ama işte aslında inanmak mı gerekiyor bilmiyorum şu an.

Gülme sebebime gelince... O fotoğrafların arasında en sevdiğim brit'çiler de vardı tabii ki ve sadece Jaime Harding'in fotoğrafını sabah kalkıp balkona baktığımda bulamamıştım.

Jaime Harding şu anda facebook'ta arkadaşım :)

Kaybolan fotoğraf da şu aşağıdaki.

Tuesday 16 April 2013

BIGGEST FAN EVER!!



16 Mart’ta başladı herşey, Gökhan’ın bana Naughty Corner klibinin linkini göndermesiyle. Önce onu dinledim sonra hemen arkasından Mental Conditions’ı. Youtube dahilinde tüm şarkıları teker teker dinlerim diyordum. Ama öyle olmadı, şöyle oldu; Mental Conditions’da kaldım. Zaten sonradan farkettim ki topu topu dört şarkı varmış Youtube’da. Naughty Corner, Mental Conditions, Jimmy Jammies ve Waiting On The Door Step For You. Sonra baktım ki bu böyle Youtube’dan sürekli şarkıya tıklamakla olmayacak, videoları mp3’e çevirecek bir program aradım ve hayatımda ilk defa videodan mp3 yaptım. Bir süre sonra Facebook’taki Filthy Boy sayfası bir link paylaştı The Fly’ın sitesinden, albümü orada stream olarak yüklemişler. O an gerçek huzuru buldum, çünkü tüm albüm artık elimin altındaydı, bütün şarkıları doya doya dinlemeye başlayabildim (şu anda yok aramayın).

Çok uzuuun bir süredir böyle peşpeşe ve hiç kapatmadan ya da playlist’e başka bir şey eklemeden dinlediğim ilk albüm oldu "Smile That Won’t Go Down". 1 Nisan’da albüm yayınlandı, albüm elime geçen hafta ulaştı ve ben o zamandan beri karnoneti elimde evirip çeviriyorum. Evirip çevirmemin nedenini anlatayım hemen…

Daha The Fly’da dinlemek kısmet olmamıştı, fakat ben dört şarkıyı ezberlemiştim, şarkıları dinlerken sözler dilimden dökülüyordu. Bir gün Mental Conditions’ı vokalist Paraic Morrissey ile birlikte söylerken ve aynı zamanda basçıları Michael Morrissey ve davulcuları Benjamin Deschamps eşliğinde oturduğum yerde dans ederken, ağzımdan çıkan sözler karşısında dehşete düşmeye başladım. Gayet eğlenceli gelen şarkı birden bire kanımı dondurmaya başladı. Harry Weskin’in kullandığı gitar tonlarını duyarken nasıl kanın donabildi diyebilir bana Filthy Boy dinleyenler. Ama ben de onlara derim ki, sözlere odaklanın bi zahmet.

Sözler, Morrissey ortak parantezindeki Paraic ve Michael’a ait (ortak parantezi ben açmadım, albüm kartonetinde öyle). Neden dehşete düştüğümü de açıklamaya çalışacağım, bakalım başarabilecek miyim…

Mental Conditions’ın başında “I have no intuition, there is no inhibition in me, to rid myself of all my fantasies” diyor. Şarkının sonuna doğru “they say it’ll all be okay, as long as I take these tablets everyday” diyor ve aynı ruhsuzlukla “hooray”i ekliyor! Biz dehşeti yaşarken o hooray diyor! Şarkının sonunda ne oluyor peki? Şarkının sonunda ortaya bir Tony karakteri çıkıyor ve Tony’nin “kim” olduğunu sanırım hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz. Muhtemelen tanıyoruz ama kendisini.

Bir de Biggest Fan Ever var albümün sondan ikinci şarkısı, yani onuncu şarkı. Burada n’olduğunu anladığımda bir Tim Burton filmindeymişim ve o kocaman karanlık gölgeden kaçarken onun ne olduğunun merakı içinde arkama bakmaya çalışıyormuşum gibiydim. Ve başrol oyuncusu olmama rağmen bundan haz alıyordum. Şimdi düşünüyorum da Paul Auster’ın bir dedektiflik hikayesi olan Köşeye Kıstırmak’taki Max Klein karakteri de buraya çok uyuyor. Şarkıdakine benzer bir durum onun da başına geliyor çünkü. Şarkının sonunda, şarkı sözü yazarının tam da hayal ettiği gibi gökyüzü yere iniyor (sky is falling), ortalık alevlerle kavrulurken o haykırıyor “I’m your biggest fan ever, one day we will be together, you and me sunbathing by the sea forever”.

Rahatsız eden bir gerilim var, ama kalkıp gayet en sevdiğimiz dans olan twist’i de yapabilirsiniz. Gerilimi arttırmak için kartoneti elinizde evirip çevirebilirsiniz, Mental Conditions’ı okurken Hitckcock’un ruhu burada bu gece diye düşünebilirsiniz. Yirmili yaşlarının başlarında olan birileri böyle şeyler yapınca korkuyorum ben.

Bunlar benim bir aydır yaşadıklarımın bir özeti.

Filthy Boy hakkında çıkan yazılara bakarsanız Arctic Monkeys, Nick Cave, Suede, Pulp, Morrissey gibi isimlere rastlayacaksınız. “Solist bir ara Jim Morrisson oluyor” diyen arkadaşım oldu mesela (Bu kısmı en başta yazıp, Filthy Boy hakkında internette araştırma yapan dünya vatandaşlarını öyle mi etkileseydim acaba).

Hepsi doğru olabilir. Jarvis’in, Brett’in ve Morrissey’in yazdığı sözlerden sonra hala bu kadar etkilenebiliyorsak, Tim Burton ve Hitchcock gibi isimleri anıyorsak, daha da fazlasıyla karşı karşıya olabiliriz (Jarvis de Woody Allen’la muadildir bence. Bende arızanın başladığı nokta burası sanırım, o yüzden Mental Conditions beni sarmış olabilir).

Filthy Boy’un Arctic Monkeys’e benzetilmesini, Arctic Monkeys hayranları hemen hazmedemeyebilir, ancak ben kendilerine albümün ilk şarkısı In The Name Of’u önereceğim.

Daha yazacağım şeyler kesin vardır, ama Paraic “Moz”un az önce dediği gibi “I quess this is the end” (lay back now Tony, good night my friend).

Çok merak ediyorum, bu utanmaz çocuklar kendilerini beş sene sonra nerede görüyorlar? Cevapları ne olur bilemem, ama ben diyorum ki, dinleyin havanız olsun ayol ;))

Monday 1 June 2009

Patrick Wolf


Evet bu blogu Patrick'ler götürüyor. 83 doğumlu, 3500 tane müzik aleti çalıyor (eşşek sıpası). Alın size iki adet Patrick videosu daha. Başka Patrick'ler varsa da artık siz bana haber verin bi zahmet.

Augustine
"2007'nin şarkısı seçmiştim kendi adıma. Girişte ukulele denen aletten - ki bu aleti Spongebob da çalıyor - duyulan akorlar çınlayan zillerle birlikte müthiş bir derinlik yaratıyor. İlerleyen saniyelerde ise zaten, muhtemelen, ya vurgunu yiyip oturuyorsunuz münasip bir yerinizin üzerine ya da repeat'e alıp kayboluyorsunuz.
Sözlere gelince...büyük bir tedirginlik yaşıyorum, hem sözlerin anlamını sökmeye çalışırken hem de -sözlerin anlamını bir kenara bırakırsak- Patrick kelimelerdeki vurgularıyla şarkının kaosu bana hissettirirken. 2008'de de şarkı seçemedim bunun üzerine." diye yazmıştım bu senenin başında.

Şimdi bu renkli Patrick'imiz yeni albüm çıkardı. Bu sefer de Damaris diye bir şey yapmış. Bir gün canlı canlı izlemek istiyorum kendisini.
killed with last kiss...(yaylılar bir gün benim sonum olacak, biliyorum)

Bir de bakın ne buldum. Tamamen rastgele oldu. Siz de bakın da tek başıma sinirlenmiş olmayayım.

Monday 20 April 2009

Patrick Aşkına

Ben nasıl olsa yaşadığım o acayip günü ve geceyi anlatamayacağım. Alın siz izleyin en iyisi. Mirror Man dışındakiler yeni şarkılar.

Children Of The Sun


Mirror Man


My Sober Heart


Poor Old John
Dedesi ve anneannesi için yazmış bu şarkıyı. O gece onlar da oradaydı.


Dora Brown


Bu gece burada olmak hayatımın en anlamlı olaylarından belki de en başta geleni. Bu gecenin sonunda brit hacısı oldum işte daha ne olsun.

Wednesday 1 April 2009

The Cinematics

Bu adamlardan haberiniz var mı?

Son zamanlarda yeniler pek kabuktan içeri giremiyor. Aynı şeyler etrafında dönüp duruyorum. Bu şarkı ve Strange Education albümü kabuktan içeri girmekle kalmadı külliyen bünyeyi sardı.

Sunday 22 March 2009

Yoğunlaştırılmış Joy Division Kürü

Yine senelerin getirdiği bir katır inadı. Kırmaya çalıştım ama sadece çatladı. Öncelikle Control, hemen ardından Peyote’deki Joy Division Gecesi, en son da 24 Hour Party People. Manchester’ın bir döneminin farklı bir açısını görmek açısından faydalı bir tedavi olduğu söylenebilir ancak ben hep Manchester’in başka bir yol izini takip ettim.

Anton Corbijn’in “uzun metrajlı fotoğrafı”, Tony Wilson ve ayrıca Opal ve The Revolters’ın muhteşem cover’ları bana kalanlar oldu.

Biraz Peyote’deki geceden de bahsetmek lazım, en çok onların katkısı oldu çünkü.
Opal’in Love Will Tear Us Apart cover’ında şarkıya giriş orjinalinden daha orjinaldi (Joy Division’a karşı bir gönül bağımın olmadığı bu cümleden de rahatlıkla anlaşılabilir). The Revolters’ın Digital’ı benim bile koptuğum anlara tekabül ediyordu. The Revolters’ın solisti - ki muhtemelen öyle bir niyeti yoktu – şeklen Ian Curtis’i en iyi karşılayandı. Bu geceyle ilgili olarak bir gece öncesinden kalan bir hoş durum da var. Ancak o anda yanımda olanlardan başka kimseye anlatmayacağım, bencillik yapacağım biraz evet. Sonuç itibariyle, her iki gece de güzeldi, hatırlarken ikisini bir arada hatırlayacağım :))

Kifayetsiz Kelimeler


Ben yaklaşık iki buçuk senedir İzmir’de bir brit/indie grubu kurmayı ve o grubu düzenli olarak bir mekanda çaldırabilmeyi başaramamışken ve tam anlamıyla bunu bu şehirde başarmak imkansızken siz neden gelip de bana dert yanıyorsunuz? Kime dert yandığınızın farkında mısınız?

Uzakta da olsanız sizin yaptıklarınızla avunuyoruz biz buralarda.