Wednesday 31 December 2008

Sürpriz

Tek adam. Ancak iki adam oldukları Flow, dehayı ayan beyan ortaya çıkarmaktadır. Ne diyeyim artık, hayretim limitlerini aşıyor gün be gün.

Dinleyin, anlarsınız. Anlamazsanız da sayfa üzerinde biraz dolaşın.

Yeni yılınız kutlu olsun.

http://www.myspace.com/tekadam

Derin Esmer


"Bana ayrılan yaşam alanını protesto ediyorum."

Takriben 10 sene önce bu sözü "Bırak Zaman Aksın"ın kartonetine yazan adamı hep merak ettik. Ne yapıyor olduğunu ve ne yapacağını, günü geldiğinde bize ne sunacağını merak içerisinde bekledik. Sonunda Gerçek Hayat ile çıktı karşımıza (Çoğul konuşuyorum, evet.)

http://www.reverbnation.com/derinesmer

Şarkının üç versiyonu var. Ben üçünü de ayrı şarkılarmış gibi dinliyorum yaklaşık bir haftadır.

"çook uzun süren bir çalışma, kavga ve çabanın ardından; belki de "evet bu oldu" hissini gerçekten ilk defa yaşayarak; solo albümümün habercisi olsun diye; "Gerçek Hayat EP" mini albümünü yayınlıyorum. el emeği, göz nurudur ya kıymeti dinleyenin kulağındadır - reklamını yapmak bana düşmez. pek lakırdıya bulaşmadan sanal sahneyi müziğe bırakıyorum şimdilik. tepe tepe kullanınız, keyfini çıkartınız, soğuk içiniz."

Reklama ihtiyacı olmayacak aslında. Ama bu paylaşımı burada gerçekleştirmekten gurur duyuyorum.

Thursday 20 November 2008

GECE


Eğer ki henüz müzik kanallarında "Aşık Mıyız?" klibiyle karşılaşmadığınız için GECE'den haberiniz olmadıysa, bir şekilde ve derhal karşılaşmanız menfaatinize olacaktır. Türkiye'nin Arctic Monkeys şubesi diyeceğim ve derken de çok mutlu olacağım çünkü kuzey kutbu maymunlarına karşı özel bir ilgi beslemekteyim. Arctic Monkeys ve The Dodgems'den sonra Sheffield'in enerjisi GECE'de karşıma çıktı. Ancak canlı canlı görüp dinlemeden karar vermek pek doğru olmuyor. Bu yazılanlar kanlı canlı dinledikten sonra yazılmıştır ;)

Friday 13 June 2008

Travisspotting Sabahlar

Birkaç sabahtır Mark Renton kılığına bürünmüş Fran Healy’nin, caddede koşarken ara sokaktan önüne çıkan arabaya çarpıp camına yapışması ve o sırada arabanın içinden ona şaşkın şaşkın bakan bana “ cheers, thanks for everything …” demesiyle uyanıyorum.
Uzun süredir beyinde yer etmiş olanlar yeni gelen benzerlerini bir süreliğine bulandırabiliyorlar ama çok uzun sürmüyor neyse ki.

Klasik yöntemle yataktan kalkma durumlarımda alarm 5 dakika ertelenir, sonra bir 5 dakika daha ertelenir, sonra yine 5 dakika daha ertelenir… bu böyle süreeer gider. Ama yeni geliştirdiğim bu yöntem, ilk cümlede adı geçen kişilerin sabah sabah taze beynimde ulaştıkları noktalar nedeniyle son derece faydalı oldu benim gibi sabahları sürünerek yataktan kalkan biri için. Gülerek uyanmak akabinde de dans ederek diş fırçalamak lüksüne sahibim artık.

Selfish Jean ne kadar Lust For Life tadında başlıyorsa da ve her ne kadar uykuya doyamayan bir bünyeyi sabah sabah dans ettirerek yataktan kaldırıyorsa da son albümün diğer şarkıları “şşşşştt! yan odada oğlum uyuyor!” modunda bir akışa sahip. Ama Selfish Jean biraz bencillik edelim dedikleri, çocuğu yan odadan uzaklaştırıp kaydettikleri bir şarkı olmuş diğerlerinin yanında.

Aslında “ The Boy With No Name”den öncesi de çok farklı değildi. Arada küüüütt diye, insanın "kulağını" alan Travisspotting’ler çıksa da, yarattıkları hava şarkıları kaydettikleri stüdyonun bitişiğinde sanki bir bebek odası varmış hissi uyandırmıyor muydu? O uyuyan bebeklerden mi gelip sızıyordu acaba o iç ısıtan huzur şarkıların içerisine?

27 Haziran’a çok az kaldı. Dünya sevimlilik tarihine adını altın harflerle yazdırmış olan Fran Healy ve ondan çok da eksik kalmayan Travis’in diğer sevimlilerini ülkemizde izleme şansına sahip olacakmışız da haberimiz yokmuş. Son bir kaç senedir o kadar alıştık ki yıllardır dört gözle takip ettiğimiz insanları sahne üzerinde dört gözle izlemeye. Şansımız döndü resmen. 11–12 sene önce, gelmiş olan ve geleceği söylenen isimleri sayıp, bunları İstanbul’da izleyebileceksin deselerdi, “de get ata bin!” derdim, üstelik bi de benimle dalga geçiyorlar diye sinirlenirdim.

İnanıyorum ki bir gün Jarvis Cocker da gelecek. Siz de bana “de get ata bin” mi diyorsunuz?

Bir sayalım da hatırlayalım o zaman kimler geldi. Harikuladenin şevkini yaşatan fevkaladenin fevkindeki James, dünya sevimlilik tarihinde adı olmazsa olmaz diğer bir isim Renars Kaupers ve Brainstorm, her daim dört ayak üzerine düşen Damon Albarn ve The Good The Bad And The Queen (bas gitarını elleriyle değil adımları ve baş-boyun hareketleriyle çalan Paul Simonon demeden de geçmemek lazım bu noktayı), birlikte neredeyse halay çekebileceğimiz samimiyeti daha ilk gelişlerinde izleyicilerine hissettiren Elbow, ilk ve son kez Rock’n Coke’da aşırı adrenalin salgılamaktan kalbimin duracağını sandığım Brett Anderson ve Bernard Butler’ın en çok bize yarayan tek gecelik aşkı The Tears, hipnotize eden Massive Attack …

Radiohead ’i bile her an duyabiliriz gibi geliyor (tamaaam, bindim ata gidiyorum).

27 Haziran’da Travis ön gruplarından en güzelinin Sakin olacağı kesin. Kendi adıma, diyebilirim ki başka hiçbir ön grup bu gece için beni bu derece mutlu edemezdi. Nedenini anlatayım.

Sakin’in Hayat albümü çıkmıştı. Ben döndür allah döndür Sentetik Sezar dinlemekteyim sanki albümden önce hiç bilmiyormuşum gibi. O günlerde ne Travis’in geleceği belli ne de Sakin’in ön grup olacağı. Şarkıda Onur’un “baktığın gün söyle açık mı” diye sayıkladığı yere gelmeden önceki gitarlar beni çok tanıdık bir yere götürüp bıraktı. Durup bir baktım etrafıma, neresi burası diye. Travis’in The Man Who albümünün Writing You Reach You şarkısındayım. Bu olaydan birkaç hafta sonra Travis konseri ve Sakin’in ön grup olma durumu açıklandı. Sentetik Sezar, Writing To Reach You’ya benziyor mu? Hayır, hiç benzemiyor. Ama gitarlar albümler arası yolculuk yaptırabiliyor. Ülkemin gruplarından böyle şeylerin çıkması beni mest ediyor.

Benim günlerim Selfish Jean’le başlıyor. Bakalım Travis konsere hangi şarkıyla başlayacak?

(11.06.2008, 10:50)

Wednesday 6 February 2008

Patrick Duff & Nathan Hughes The Mad Straight Road

Önce linklerini vereyim. İlerleyen günlerde bu kayıtların öncesinde ve sonrasında neler oldu onları da anlatacağım.

harika muhteşem linklerimiz emrinize amade.

Monday 4 February 2008

Aşk Mektubu


4 Şubat 1960. 48 sene önce bugün. Sabaha karşı mı, gündüz vakti mi, gece mi…Bir bebek dünyaya gelmiş. Adını Timothy John koymuşlar.

9 Mayıs 1997. Akşamüstü saat 3 ya da 4. Okuldan çıkış. Eve varış. Eve varır varmaz kaseti açıp kasetçalara yerleştirme. Dışarıda da tam James havası; kuşlar, böcekler, çiçekler…

Tomorrow.

“I see you falling…”

Anne daha yeni başladım, ne yemeği! Lost A Friend’e geçemeden bir yemek molası. Aşka böyle mi başlanır? “You can't catch love with a net or a gun” da derken hem…

Kartonette yeşil ve bulanık olan tek bir fotoğraf var. İyi de hangisisin sen? Hangisiysen hangisisin, birinden birisin tamam ama neden bulanıksınız?

Nereden bilebilirdim ki beni sadece mecazi olarak değil de gerçek anlamda da yerlerde süründüreceğini? Nereden bilebilirdim ki bu yüzden önümdeki 10 seneyi satranç oynar gibi yaşayacağımı?

Timothy sesi. “James sesi çıkaran adam”. Sadece bu kadarla kalsa bu derece kudurtmayacak belki. Dünya üzerindeki en güzel varoluşlardan. Matruşka. Açtıkça bir başkası, açtıkça dahası. Açtıkça büyüyen bir matruşka.

“Oh no, she knows where to hide in the dark
Oh no, she's nowhere to hide in the dark”


Bu söz öbeği bana her zaman Tim’in tanımı gibi göründü, "he has nowhere to hide in the dark". Analar neler doğuruyor. “O” bünye kaldırıyor ama bu bünye kaldırmıyor. Nasıl doğurulur böyle bir şey? Reçetesi var mıdır?

Deli gibi seviyorum, sevdikçe deli gibi kıskanıyorum, kıskandıkça daha da deli gibi seviyorum. Ben sürekli kendi kendini besleyen bu döngünün içerisinde deli danalar gibi dolanırken bu döngüye sadece manevi olarak değil madden de iştirak etmesi hayatımın ilk gerçek dışı “gerçeği” oldu. Bu adamlarla aynı sonsuzda dolanan, Allah’ın sevgili kuluyum ben.

İyi ki doğmuşsun. İyi ki doğurulmuşsun. İyi ki ben de doğmuşum, iyi ki ben de doğurulmuşum. Yoksa bu kadar sevgi nereye giderdi?


Blue pastures
Fade away
Green rivers
In silver light
I'm walking to the sound of distant bells
So peaceful
I don't know who I am
And just when I think its clear
It turns all grey again
And I wonder who will find me in the snow
And just when I thought I was free
I got pulled in again
Once you're in
You're in.
Blue pastures calling home
I'm walking but I can't stand anymore
Hear voices can't tell near or far
Weird voices
Lay me down
And I don't see why I'm obliged to just carry on
When everything I touch turns out wrong
And I feel I've committed some crime
But I don't know what I've done
One day life just wins
One day life just wins

Still breathing but I'm tired and I wanna go home
Still breathing but i'm not sure anymore
Still breathing
But it doesn't really matter if I fade away
Fall into this sleep
Fall into the deep


Hadi A yüzüne geri dönüyoruz…